“İş hayatında duygu yönetimi” ifadesini çok duymuşuzdur, hatta üzerine yazılar okumuş, eğitimler almış olabiliriz. Peki duygular yönetilecek şeyler midir? Aslında hayır. Duygular bizim bir parçamız ve sürekli duygularımızı yönetmeye çalışmak, hem bize hem de çevremize zarar verebilir. Özellikle iş yaşamında duygularımızı kontrol etme ihtiyacını daha çok hissederiz. Örgütler, duyguların uyandığı ve bastırıldığı yerlerdir. İş yerinde genellikle duyguların deneyimine ve ifadesine yer yoktur; işyerleri soğuk ve rasyonel olarak düşünülür. Birçok kişi iş ortamında duyguları yansıtmamak gerektiğine inanır. “İşe duygularını karıştırma”, “Burası profesyonel bir ortam, duygularınla hareket edemezsin” gibi bir sürü klişe laf duyarız. Ama hepimiz insanız. Duygular işyerinin de doğal bir parçasıdır. Duyguları bastırmak doğruymuş gibi gözüksede işlevsel bir yöntem değildir. En çok da kızgınlık, can sıkıntısı, korku, gibi olumsuz duyguların bastırılması gerektiğini düşünürüz. Aslında olumsuz olarak bildiğimiz bu duyguları yansıtmanın işlevsel olduğu noktalar vardır.
İlk olarak öfke duygusunun işlevselliğinden örnek verelim. Öfke adaletsizliği giderici bir etkiye sahiptir. Diyelim ki iş yerinde patronumuza ya da çalışma arkadaşımıza sinirlendik. Duygumuzu yansıtırken şiddet kullanmak veya uygunsuz bir şekilde göstermek yerine; hak arayışında bulunmak, savunma yapmak, mantıklı argümanlarla destekleyecek şekilde ifade etmek çok daha işlevseldir. Öfkenin işlevsel kullanımı; adaletsizliği, bireysel hedeflere ve grup hedeflerine ulaşma ile ilgili sorunları vurgulayarak değişime teşvik eder. Hiç öfke hissetmediğimizde çoğu zaman iş yerindeki problemler görünmeyen yüzeyde kalabilir, gündeme gelmeyebilir. Öfke duygusu bu gibi durumlarda doğru bir şekilde düzenlenebilir ise bu görünmeyen ya da açığa çıkmasına fırsat verilmemiş durumların çözümünde aracı rolde olabilir. Öfkeyi bastırmak da bir duygu düzenleme yöntemidir. Ancak uzun vadede bir çok sosyal sıkıntılara, fiziksel ve psikolojik sağlık sorununa sebep olabilir. Bir diğer “istenmeyen” duygu olan korkunun yansıtılmasının işlevsel özelliklerine baktığımızda; dikkatli davranmamıza, risk değerlendirmesi yapmamıza, hatta risk alma konusunda daha iyi kararlar vermemize olanak tanıdığını görürüz. Korku duygusunun deneyimlenmesi, çalışmaya motive edici olabilir. Fakat örgütlerde korku temelli bir iklim oluşmasından kaçınılması gerekir.
Can sıkıntısı da iş hayatında sıkça yaşanan duygulardan biridir. Diğer olumsuz olarak nitelendirilen duygular gibi, can sıkıntısı bir şeyin yanlış olduğunu işaret eder. “Senin için burada hiçbir şey yok, farklı bir şey dene” mesajını verir. Fakat diğer olumsuz duygulardaki gibi can sıkıntısının da işlevsel yönleri vardır. Örneğin; mevcut hedeflerimiz bizi tatmin etmemeye başladığında, yeni bir hedefin peşinde koşmamıza motive edebilir. Yeni keşiflere çıkmamızı destekler. Bir diğer özelliği ise; yaratıcı olmamız için bizi teşvik etmesidir. En yaratıcı olduğunuz zamanları düşünün. Kafamızın en rahat olduğu, işimize ara verdiğimiz hatta boş kalmaktan sıkıldığımız zamanlar değil mi sizce de?
Özet olarak şunları söyleyebiliriz: Duyguları tamamen olumlu ve olumsuz diye ayırmak zordur. Hissedildiğinde olumsuz duygu durumu yaratan duygular, iyi düzenlendiğinde olumlu sonuçlara sebep olabilir. Olumsuz duyguların da işlevsel özellikleri vardır. O duyguyu nasıl deneyimleyip dışa vurduğumuz önem kazanmaktadır.
Kaynakça
Lindebaum, D., Geddes, D., & Jordan, P. J. (2018). Social functions of emotion and talking about emotion at work. Cheltenham, UK and Northampton, MA, USA: Edward Elgar Publishing (Latif Mutlu Library, General Collection HF5548.8.S63 2018.
Comments